29 Mayıs 2017 Pazartesi

D-Man Bayburt'ta

"Ben diye başlayan cümleleri sevmem ama.. Ben kindar bir insan değilim. 10-9-8.. 7 demeden kötü anıları silerim zihnimden. Unutmadığım kötü anı, affetmediğim insan sayısı çok azdır. Ama bugün anladım ki o çok az bile çokmuş, hayat çok azmış çünkü. Hiçbir zaman affedemeyeceğini düşündüğü insanı affetmek için geç kalabilirmiş insan meğer. Kırıldığım, kızdığım için sildiğim, karşılaşırsam söyleyeceklerimden korktuğum için kaçtığım birini gördüm bugün. O beni görmedi ama. Affettim hem de bir anda oluverdi, kırıldı kırgınlığım. Umarım kaçtığım için o da beni affetmiştir. Hayat çok az çünkü."

Doruk bugün ilk defa annesinin köyüne gitti. Trabzon'a dedelerini ziyarete gittiğimizde hiç aklımızda yokken köyde bulduk kendimizi.  Köyde bulduklarım bir bana dokundu, bir de Doruk'a dokunacak. Çünkü biraz büyüdüğünde hayatın ne kadar az olduğunu anlatacağım ona.


Bayburt'a gelince.. Çocukken babamla o dağ senin bu dağ benim gezerdik. Doruk'un da bu güzellikleri görmesini, yaşamasını istiyorum. Her fırsatta kendimizi babamın eline bırakıyoruz ve bir bakıyoruz dağlar dağlar..

Tatil, gezi plansız olmalı bana göre. Her zaman olmuyor ama olunca en güzeli o oluyor. Neden mi? 

Tekir kedi hiç aklında yokken dere kenarında gönlünce koşturup oynuyor. Dedenin tutacağı balıkları bekliyor. Üstüne dere suyunda mısır pişiriyor. Afiyetle yiyor.

Boşverin öğretmen evini arıcı bir arkadaşım var ona gidelim diyen dedenin sesiyle hayaller öğretmen eviyken gerçekler dağ evi oluveriyor. Hayat tam tersi değil midir çoğunlukla? Bu sefer öyle olmuyor ama.

Akşam tazecik sütümüzü içip gidiyoruz uyumaya. Ağzımızda artık o çok zor bulunan gerçek süt tadı ve etrafımızda ahşap kokusuyla dalıyoruz uykuya. Öyle bir sessizlik ki, içeriden gelen dedelerin derin konulardaki tartışma sesleri olmasa dünyanın dönüşünü duyacağız.

Çok dinç uyanıyoruz uykumuzdan, sanki yorgunluktan bayılanlar biz değilmişiz gibi. Ev sahibi amcanın bal gibi balıyla kahvaltı yapıyoruz. Yeni sağılan bal yemenin keyfine varıyoruz.


Sonra macera başlıyor. Anne oğul sabah yürüyüşüne çıkıyoruz. Biraz uzaklaşıyoruz. Üç yavru kangal bizden yemek istiyor. Tabi bunu daha sonra öğreniyoruz. Çünkü kangalın yavrusu da neredeyse benim boyum kadar. Bize saldırdıklarını düşünüyorum. Doruk benim korkumdan etkilenmesin diye şimdiye kadar çok iyi korkmuyormuş numarası yaptım ama şimdi üç kangalla burun burunayken ne mümkün. Bağırdım duyan olmadı, Doruk'a babaya doğru koş dedim beni bırakmadı. Kangallar üstümüze doğru yürürken mantıklı düşünebildiğime hala hayret ediyorum ama Doruk'un elinde kurabiye vardı, onu kaptığım gibi uzağa fırlattım. Kangallar ona bakarken fırsattan istifade Doruk kucağımda koşmaya başladım. Kangallardan yeterince uzaklaşınca durduk. Doruk da çok korkmuştu. Korkusu kalıcı olmasın diye korkmadığı ve sakin olduğu için teşekkür ettim. Köpeklerden korktuğumu ama onun cesaretinden güç aldığımı söyledim. Benim yanımda kalıp beni korumaya çalıştığı için nasıl mutlu olduğumu anlattım. Eve dönünceye kadar korkusunu unutmuştu. Ev sahibimiz de köpeklerin yavru olduğunu anlatıp Doruk'a eğlenceli videolarını izletince olaydan aklında kalan anne korktu ama ben korkmadım ve anneye cesaret verdim oldu :)

Böylece ayrılmadan önce tecrübeyle benim için çok değerli olan bir bilgi edinmiş oldum. Çocuklar unutmaya meyillidir ve konuşarak, olayın şeklini eğerek bükerek kötü olayları unutabilirler. Hatta hatırladıkları, aslında öyle olmasa da, güzel şeyler olabilir.


Eh Bayburt'a gidip klasik yayla turu kapanışımızı yapmadan olmazdı tabi. Yol kenarında dedeyle tak tak :)


(13-20 Eylül 2016)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder