1 Haziran 2016 Çarşamba

D-Man Amsterdam'da

Ve sonunda kış tatillerini yazmayı bitiriyorum. Evet, yaz geldi ama olsun. Mart'ta gitmemize rağmen kış diyorum çünkü çok soğuktu. Tamam, Mart soğuk olur ama Doruk'un kar tulumunu ve kar botlarını almadığım için çok pişman oldum, o kadar yani.

Hani şu günler önceden valiz hazırlamaya başlayanlar vardır ya işte onlara çok özenirim ama hiç yapamam. Son gün akşama bırakırım hep ya da vakit varsa o sabah hazırlarım. Genelde bir şey unutmam ama sıkışırım işte. Doruk doğduktan sonra olay biraz değişti. Hala son gün hazırlıyorum valizi ama Doruk'un ihtiyaçları için liste hazırlamaya günler önce başlıyorum. O yüzden Doruk'la ilgili bir şey unutma şansım kalmıyor. Ama son güne bıraktığım ve hazırlanacak valiz sayısı arttığı için aceleden başka şeyler unutabiliyorum. Bu tatilde fotoğraf makinesini unutmuşum mesela :) O yüzden pek fotoğrafımız yok. Telefonlarla çektiklerimiz ve birlikte gittiğimiz arkadaşımız Ersin (Eysin amca)'den aldıklarımız sadece.

Sabah uçağa yetişmek için kalktık, Doruk kalkmıyor. 'Tatile gidiyoruz' diyoruz, 'Olmaaass'. 'Arabayla uçağa gideceğiz, sonra trene bineceğiz.' dedim, bir anda ayıldı 'Tekneye de bineceğiz dimi' :)) Neyseki bineceğimiz için 'Evet' dedim de öyle kalktı.

Sadece iki ay önceki tatilde 'Asşaayaya'dan başka pek kelime kullanmayan Doruk, otele girdiğimizde 'Hangisi bisim odamız?' diye soracak kadar konuşuyordu :) Eşyalarımızı otele bıraktıktan sonra yemek yedik ve Dam meydanına geçtik. Sokaklarda dolaştık. Kanallar ve şehrin sağlam olmayan zemininden doğan farklı mimarisi içinde kaybolduk. Bisiklet altında kalmamak için biraz panik yaşamış da olabiliriz :) Bir de Doruk'u gezi rotamıza sokma çabası vardı tabi :) Özgür ruh nereye isterse oraya gider, annesi de peşinden sürüklenir. Neyseki hava buz gibiydi de ara ara arabasına oturup ısınma molası verdi, biz de biraz dinlenebildik.


Ertesi güne kanal turuyla başladık. Böylece Doruk'a söz verdiğimiz gibi tekneye de binmiş olduk. Suyun üzerine yapılan evlere bayıldık. Nasıl keyifli, nasıl huzurlu olmalı o evlerde yaşamak. Sonra meşhur I Amsterdam heykeline gittik. Bir anlamı yok, çok kalabalık. Bir iki foton çektirip doğruca Van Gogh Müzesi'ne gittik. Doruk'la Picasso Müzesi tecrübesinden sonra çok da emin olamadan girdik müzeye. Bak çiçekti, böcekti derken çok da aksiyonlu olmadan çıkabildik. Resimlere odaklanabilme yetisinin bir senede nasıl müthiş geliştiğini görmüş olduk böylece :) Müzeden sonra Vondelpark'a geçtik. Buzz gibi temiz havanın tadını yürüyerek, yok yok koşturarak çıkardık.

Amsterdam'da en çok gitmek istediğimiz yerlerden biri Anne Frank'ın Evi'ydi. Hafta sonu gittiğimizde çooook uzun bir kuyrukla karşılaştık, o soğukta Doruk'la birlikte beklemek istemedik. Pazartesi sabah erkenden gideriz dedik, hafta içi daha sakin olur. Yanılmışız. Yine de çok kalabalıktı ve bekleyemedik. Kanal turu sırasında müze olarak gezdirilen bu evin aslında Anne Frank'ın saklandığı ev olmadığını öğrenmiştik. O yüzden giremediğimiz için çok büyük bir hayal kırıklığına uğramadım. Biz de son günümüzü sokaklarda gezerek geçirdik. Hani o gezi bloglarında uzun uzun anlatılan yerler var ya, hepsi bir arada. Amsterdam küçük bir şehir ve sadece turlayarak gezilecek yerleri gezmiş oluyorsunuz zaten.

Bu tatilden sonra Eysin amca da Eysin amca diye geçen günlerimiz oldu. Bir yere giderken 'Eysin amca da gelecek mi?' Gördüğümüz bütün amcaların adı 'Eysin amca' :) Durup durup 'Eysin amca yapıyo?' Üç ay oldu hala arada sırada adını unuttuğu amcalara 'Eysin amca' diyor :)  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder